ULUSA ÜLTİMATOM



Haber Vakti / 26.03.2025

Eskiden siyasetçiler ulusa sesleniş konuşmaları yaparlardı. Bilhassa seçimlerden önce siyasi partilerin liderleri vaatlerini devletin resmi kanalında halka açıklardı. Ben de ulusa sesleniş tarzında bir yazı yazmak isterdim ama benim yazım ültimatom gibi olacak. Ültimatom aslında devletlerarası ilişkilerde genellikle savaş öncesinde meydana gelen bir diplomatik yazışma türüdür. İki devlet istedikleri konuda anlaşamazsa ve iş askeri boyuta ulaşırsa uyarı mahiyetinde bir ültimatom belgesi yayınlanır. Biz de uyarı mahiyetinde birkaç kelam edelim.

Aziz milletimiz, kıymetli yurttaşlarımız, sevgili vatandaşlarımız... Hepinizi saygıyla ve muhabbetle selamlayıp artık farkında olmanız gereken acı gerçekleri bizzat yüzünüze karşı söylemek istiyorum. Sizlerle bu şekilde sohbet etme imkânı bulmaktan memnuniyet duyuyorum. Lütfen benden ağdalı cümleler veya afili sloganlar söylememi beklemeyin. Ben gerçekleri söyleyeceğim. Sizi "size" anlatacağım.

Ülkemizin tarihinden bihaber yaşıyorsunuz. Tarihi ve kültürel zenginliklerimizi gözardı ediyorsunuz. Binlerce yıllık devlet geleneğimizde asırlar boyunca kardeşçe yaşadığımızı unutuyorsunuz. Kendi aranızda 40 parçaya bölünüyorsunuz, sonra "yahu bizim aramızda niye birlik beraberlik olmuyor ki?" diyorsunuz. Adeta düşmana gerek kalmayacak şekilde birbirinizi eziyorsunuz, birbirinizi kazıklıyorsunuz, birbirinizi tüketiyorsunuz.

Hakkı ve hakikati yücelteceğinize, maalesef yalanı ve iftirayı baştacı ediyorsunuz. Dürüst insanlara saygı duymuyorsunuz, yalancı insanlara daha fazla saygı duyuyorsunuz. Çünkü "dürüstten zarar gelmez ama yalancı bize de iftira atar" diye korkudan saygı duyuyorsunuz. Efendiliği acziyet, pervasızlığı marifet zannediyorsunuz.

Maddiyatta yükseldikçe maneviyatta alçalıyorsunuz. Malınızla, mülkünüzle ve paranızla övünüyorsunuz, rakamlarla avunuyorsunuz. Kullandığınız bilgisayarların, telefonların, arabaların ve teknolojik ürünlerin nerede üretildiğini bilseniz bile daha yerli, daha milli ve daha kalitelisini üretmek için seferber olamıyorsunuz. Çünkü hayatı yemek, içmek, gezmek, tozmak, eğlenmek ve uyumaktan ibaret zannediyorsunuz.

Dış güzelliğinize yatırım yapıyorsunuz, iç güzelliğinize yatırım yapmıyorsunuz. Bütün işlek caddelere güzellik merkezleri ve alışveriş merkezleri açıyorsunuz. Olmayan paranızı harcamaktan ve olmadığınız gibi görünmeye çalışmaktan haz duyuyorsunuz. Demek ki en çok bunlara ihtiyacınız varmış. Zaten her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir dönemde çirkinlik merkezleri açacak haliniz yok.

1 liralık ekmek 10 lira oldu, 100.000 TL değerindeki araba 1.000.000 TL oldu, yani paradan atılan sıfırlar geri geldi. "Nasıl oluyor yahu?" demeyin. Nasreddin Hoca'nın kazan doğurdu fıkrası gibi düşünün. Paradan altı sıfır atıldığına inanıyorsunuz da, paradan atılan sıfırların geri geldiğine mi inanmıyorsunuz?

İlim, irfan, mukaddesat gibi konularla pek alakanız yok. Sanatı küçümsüyorsunuz, taklitle övünüyorsunuz. Dilinize ve dininize sahip çıkmıyorsunuz. Yabancı kökenli kelimeleri söylerken kendinizden geçiyorsunuz. Özgün demiyorsunuz, orijinal diyorsunuz. Rezalet demiyorsunuz, skandal diyorsunuz. Çağdaş demiyorsunuz, modern diyorsunuz. Hâlbuki hepsi aynı kelimeler, biri Türkçe, diğeri İngilizce...

Cehaleti çok seviyorsunuz. Deprem gibi olası bir felaketi günlerce sosyal medyada, kahvelerde, televizyonlarda tartışıyorsunuz ama felaket başınıza gelmeden önce hiçbir önlem almıyorsunuz. Herhangi bir caddeye üst geçit, tümsek veya kavşak yapılması için birkaç kişinin o caddede trafik kazasında ölmesini bekliyorsunuz. Bir de üstüne üstelik "vatan toprağının her bir karışı kanla alınmıştır" diye hamaset yapıyorsunuz.

İsrail Gazze'de katliama devam ediyor. Hatta yandaşlarıyla birlikte Kudüs'ü de kapsayan planlar yapıyorlar. Siz halen "şu içeceği içmesek mi, şu yoğurdu yemesek mi" diye markasavarlık peşinde koşuyorsunuz. "Ey İsrail" ve "Ey Amerika" dediğinizde İsrail'in ve Amerika'nın korkudan tir tir titrediğini zannediyorsunuz. 7 Ekim'den beri binlerce Fetih Suresi okuyorsunuz ama zalimlerin karşısında dimdik durmak için cihat yapamıyorsunuz.

Bunlar yetmezmiş gibi "içinizden" çıkan siyasetçilere büyük görevler yüklemeye çalışıyorsunuz.
Birincisi; oy verdiğiniz siyasetçiler sorunlarınızı çözmek zorunda değil. Onları rahatsız etmeye hakkınız yok.
İkincisi; o sözümona siyasetçiler istedikleri kadar şımarabilirler. Onları o hale getiren de sizsiniz. Siz dürüst, çalışkan ve ahlaklı olsaydınız onlar bu kadar şımarabilir miydi?
Üçüncüsü; vergileri tıpış tıpış ödeyeceksiniz, itiraz etmeyeceksiniz, sağda solda taşkınlık yapmayacaksınız ve bu düzeni asla eleştirmeyeceksiniz. İntihar da etmeyeceksiniz, isyan da etmeyeceksiniz. Siyasetçilere olumsuz konulardan asla bahsetmeyeceksiniz. Çünkü üzülürler, onları üzmeye ne hakkınız var?
Dördüncüsü; çok derin bir uykudasınız. İnşallah tez zamanda uyanırsınız. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar...
Beşincisi; şimdiden size hayırlı bayramlar diliyorum. Tabii on bir ayın sultanı olan Ramazan ayının mağfiretini ve bereketini tam manasıyla idrak edebildiyseniz...


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.