![]() |
|
"KONSERVE FAALİYET" ![]() Haber Vakti / 15.10.2025 Bugüne kadar "Hakk'ın hatırı halkın hatırından âlidir" düsturuyla hakikatleri dile getirmek için köşe yazıları yazdım. Ancak atalarımızın "yiğidi öldür hakkını yeme" sözünü de unutmadım. Son yıllarda ülkemizde yapısal anlamda gerçekten büyük başarılara imza atıldı. Elbette ki; yollara, metrolara, barajlara, konutlara, hastanelere, altyapı tesislerine, enerji tesislerine, kültür merkezlerine ülke olarak çok ihtiyacımız vardı. "Peki, bunların içini ne ile dolduracağız ve ileride bunları kimlere emanet edeceğiz?" diye hiç düşündük mü? Ticarette sadece "kâr" odaklı hareket ederseniz hırsınız vicdanınızın önüne geçer. Siyasette sadece "oy" odaklı hareket ederseniz hayallerinize ulaşamazsınız, fikirlerinizi yaşatamazsınız. İbadette bile sadece "rakam" odaklı ibadet ederseniz yaptığınız ibadetlerin bir anlamı kalmaz. Böylece nefsinizin kölesi olursunuz ve sürekli eleştirdiğiniz insanlara benzersiniz. Maalesef bazı muhafazakâr insanların zihinleri de dünya sevgisiyle dolu olduğu için makamlarla avunuyorlar, rakamlarla övünüyorlar. Yıllarca sistematik bir şekilde zulme maruz kalan muhafazakâr insanlara Allah büyük bir imkân nasip etti. Zulüm altındayken sanata, edebiyata, şiire, tiyatroya sımsıkı tutunan muhafazakâr insanlar iktidara geldikten sonra sanattan, edebiyattan, tiyatrodan, şiirden yavaş yavaş uzaklaştılar. Çünkü sanatı ve edebiyatı "gereksiz işler" olarak gördüler ve popüler kültüre yenik düştüler. Halen kendilerini eleştiren ünlülere yaranmaya çalışmalarının en büyük sebebi budur. Mesela, 1960'lı yıllarda Mısır'da İhvân-ı Müslimin'e (Müslüman Kardeşler) yapılan zulmü konu alan Hekimoğlu İsmail'in "Minyeli Abdullah" romanının aynı isimle 1989 yılında sinema filmi olarak çekildiğini biliyor musunuz? 1990 yılında Üstün İnanç'ın başörtülü Müslüman bir kıza yapılan baskıların anlatıldığı "Yalnız Değilsiniz" romanının aynı isimle yönetmen Mesut Uçakan tarafından sinemaya uyarlandığını unuttunuz mu? 1991 yılında yapımcılığını Mehmet Tanrısever'in, yönetmenliğini İsmail Güneş'in yaptığı, tek parti dönemindeki ezan yasağını konu alan "Çizme" filmini hiç izlediniz mi? 1991 yılında yapımcılığını Mehmet Tanrısever'in yaptığı, Avrupa boks şampiyonu Cemal Kamacı'nın hayatının konu edildiği ve kendisinin de rol aldığı "Benim Zaferim" filmini hatırladınız mı? 1992 yılında Hüseyin Karatay'ın "Sürgün Öğretmen" romanının "Sürgün" adıyla beyazperdeye uyarlandığını biliyor muydunuz? 1993 yılında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (S.A.V.) "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" hadis-i şerifinden esinlenerek çekilen "Beşinci Boyut" filmini hiç duydunuz mu? 1998 yılında 12 Eylül'de ağır işkencelere maruz kalan, hayatı kararan ve hayalleri yıkılan bir gencin dramını anlatan, bir İsmail Güneş filmi olan "Gülün Bittiği Yer" filminden haberiniz oldu mu? Biz bunları unutmadık ama bunlar artık geçmişte kaldı ve kasıtlı bir şekilde unutturuldu. Kim ne derse desin, acı bir gerçeği dile getirmek istiyorum. Muhafazakâr insanlar içinden çıkan sanatçılara sahip çıkmadı, değer vermedi. Hayatta iken eserlerine ve fikirlerine değer vermedikleri gibi vefat ettikten sonra da eserlerine ve fikirlerine sahip çıkmadılar. Son yıllarda yukarıda örnek verdiğim gibi televizyon dizileri ve sinema filmleri çekilebildi mi? Sanatta ve edebiyatta neden dünya çapında başarılı olamadık? Şu an ülkemizi yöneten siyasi iradenin kültüre ve sanata dair büyük idealleri olsaydı bugün "kültürel iktidar" konusu gündeme bile gelmezdi. "Leyleğin ömrü laklakla geçer" misali sürekli aynı şeyleri konuşmaktan yorulmayanlar var. Biz kültürümüzü, sanatımızı ve manevi değerlerimizi neden medyada, sanatta ve edebiyatta duyuramıyoruz? Mete Han, Selahaddin Eyyubi, Nene Hatun, Şeyh Şamil gibi kahramanlarımızı neden gençlere ve yetişkinlere sanatsal boyutlarda anlatamıyoruz? Yayınevlerinin ticarethaneye, medya kuruluşlarının reytinghaneye döndüğünü yıllardır anlatmaya çalışıyorum. Yayınevleri "her eve bir kütüphane" seferberliği başlatırsa insanların kitap okuma alışkanlığı artar. Medya kuruluşları asil ve emektar sanatçıları gündeme getirirse, onların eserlerini televizyon dizisi veya sinema filmi olarak çekerse sanata hak ettiği değer verilmiş olur. Bugün "muhalif" diye tabir edilen cenah; Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü ve Fatmagül'ün Suçu Ne? filmlerini utanmasalar üçüncü defa çekecekler. Biz kadim medeniyetimizi anlatan özgün eserler üretmeliyiz. Sanata hak ettiği değeri vermeliyiz. Gazetelerimiz ve televizyonlarımız vasatlıktan, tekdüzelikten ve taklitçilikten bir an evvel kurtulmalıdır. Eğer ki sanatta ve edebiyatta güçlü bir ülke olabilirsek fikirlerimiz de iktidarda olur. Bugün Gazze'yi bile İslam âlemine anlatamıyorsak vay halimize... Gazze demek Kudüs demektir, Kudüs demek ilk kıblemiz demektir. Yazımın bir bölümünde bahsettiğim "Minyeli Abdullah" filminde "Biz İhvân-ı Müsliminiz. Müslüman doğduk, Müslüman yaşayacak, Müslüman öleceğiz" repliğini söyleyen trendeki yolcu rolündeki oyuncu merhum dedem Hasan Nail Canat'tı. 1997 yılında Cuma Dergisi'ne verdiği röportajda söylediği "Bizim camia tiyatroyu "konserve faaliyet" olarak görüyor" sözünü şimdi daha iyi anlıyorum. Bu vesile ile 21 Ekim 2004 tarihinde vefat eden merhum dedem Hasan Nail Canat'a vefatının 21. yıldönümünde sonsuz rahmetler diliyorum. |

